30 Aralık 2014 Salı

Seven Pounds

SEVEN POUNDS



2008





***

YÖNETMEN;



YAZAR;




OYUNCULAR;




YAPIMCI ŞİRKETLERİ;


***
Tavsiye edilebilirlik derecesi; 6/10
***



Gabriele Muccino' nun yönettiği ve Grant Nieporte' nin yazdığı bir adamın hayatının bir parçasını konu edinmiş film.

Drama türündeki film.

Hayatı iyi yönlerden ve kötü yönlerden görmeyi anlatan ağır bir drama.


.

Will Smith' in iyi ki şarkıcılığı bırakıp oyunculuğa dönüş yaptı dedirten son dereceli başarılı performansı filme duygusal olarak çok fazla ağırlık katmış. Senaryoya göre zaten ağır ve duygusal bi karakter olan baş rol için Will Smith' in, hafif gözleri kısık, ağlamakla ağlamamak arasında saatlerce gidip gelen, yarı baygın fakat her an gülmeye hazır surat ifadesi tam oturmuş diyebiliriz.
Rosario Dawson' ında ağır makyaj hileleriyle oluşturulmuş suratı çökük bir genç kadını oynadığı başarılı performansı izleyiciye " Sizi birde buradan vuralım. " havası katmış.
Woody Harrelson her zaman ki gibi oynadığı rolün altından başarıyla kalkmış ve anlatılmak istenilen duyguları bize yansıtmış.
Özellikle Barry Pepper, her ne kadar sert bir çehreye sahip olsa da, çoğu filminde olduğu gibi burada da duygusal rollerin altından çok başarılı bir şekilde kalkabildiğini görebiliyoruz.
Ne yazık ki filmde sırıtan tek oyuncu olan Michael Ealy yerine başka bir oyuncu tercihi yapılabilirdi.






Ben' in kefaretini ve neleri, niçin ve neden planladığını anlatılıyor. Film, kendi intiharının ihbarını yapmak için acil servisi arayan Ben' in bu telefon konuşmasına sebep olan 7 ismin üzerine durmasını konu edinmiş. Ben Thomas, Holly Apelgren, Connie Tepos, George Ristuccia, Nicholas Adams, Azra Turner ve Emily Posa' nın ortak notları; hepsinin bazı dönüm noktalarına ulaşmış umutsuz, narin bireyler olarak, maddi ya da manevi ihtiyaçlarının olmasıdır. Bu yedi kişinin her birinin Ben' in hayatındaki yabancı insanlar olması kuralının Emily tarafından yıkılacaktır. Bu yüzden Ben' in planlarını hızlandırmak zorunda kalacağını göreceğiz. 
Ortalarına kadar kapalı bir anlatımın izini sürdüğü filmde, hayat ve ölüm, pişmanlık ve bağışlama, yabancılar ve dostluk, aşk ve kefaretin karşılaşmaları işlenmiş.



İtalyan yönetmen Gabriele Muccino' nun yönetiminde çekilmiş olan film yönetmenin İtalyan yeni gerçekçi sinemasına hitap etmektedir. Yönetmen, İtalyan sinemasından Hollywood' a geçiş yaptığı filmi olan Seven Pounds' a mütevazi ve naif bir anlatım işlemiştir. Sürükleyici ve başarılı bir kurgu işlemiştir.
Yine de, başarılı filmler çekmeyi başarmış yönetmen için Hollywood' a geçiş yapmasaydı keşke diyebiliriz.






Filmde, göz yaşartıcı bir çok sahnenin varlığı söz konusu. Drama üzerine kurulmuş sürekleyici bir film olmasının yanında insanın hayata dair olan inançlarını ve inançsızlıklarını, kendi içerisinde düşünmesine olanak sağlıyor. İnsanın empati yeteneğine odaklanmış durumda. Kendimizden bir şeyler bulmamız ve yaşam üzerine düşünmeye itiyor bizleri. İyiliğin her şeyin üstünde olduğunu vurgulayarak, iyi bir insan olmak için sadece zor durumlarda kalmamamız gerektiğini gösteriyor bizlere



Fikrimce; filmin getirdiği çok duygusal olunma çabası ve kefaretin oluşturduğu alt yapısı, mükemmel bir gerçekçiliği vurgulamıyor. Senaryo olarak açıkları olmasa da, yönetmen filmi güzel anlatmış olsa da, Will Smith çok başarılı bir performans sergilemiş olsa da, tamamen empati üstüne kurulmuş olan filmlerin ana fikir olarak büyük boşluklar yarattıklarını düşünenlerdenim.





Kendimizi yönetmenin yerine koyarak filme bir göz atacak olursak;

- Çoğunlukla gördüğümüz baş plan ve yüz plan çekimler filmdeki duygusallığın kanımıza işlenmesi için gerektiği gibi güzel bir şekilde kullanılmışlar.

- Filmin müzikleri tam olarak vurgulayıcı ve izleyiciyi içine çeken yerlerde giriş yapmışlar.

- İlk sahnelerden birisi olan, kör operatör Ezra ile telefon görüşmesinden sonra Ben' in sinir krizini anlatan sahnenin ışıklandırması yaşadığı sinir ve bunalımı bizlere çok gerçekçi bir ifade ile anlatmıştır.

- Kurgusal anlatım olarak sürükleyici bir anlatım olması, seyirciyi sıkmamaya ve " Ya şimdi bu neden böyle oldu ? " diye içsel sorular sormaya itmiştir. Filmin ortasına kadar olan kısmında filmin konusuna dair hiç bir şey anlamıyor oluşumuz bizi giderek daha meraklı bir hale soktuktan sonra kendi kendimize çözülmemizi sağlamıştır.



29 Aralık 2014 Pazartesi

25th Hour

25th Hour


2002




25th Hour

***

YÖNETMEN;




YAZAR;

OYUNCULAR;



YAPIMCI ŞİRKETLERİ;

25th Hour Productions
40 Acres & A Mule Filmworks
Gamut Films



***
Tavsiye edilebilirlik derecesi; 7/10
***


Spike Lee' nin yönettiği David Benioff' un yazdığı New York sokaklarında geçen film.

Drama ve suç türündeki film.

Sanatsal bir başyapıt tadındadır.






Sağlam bir oyuncu kadrosunun baştan başa çok iyi performanslar sahnelediğini söylemek gerekiyor.
Jest ve mimik konusunda Edward Norton haricinde herkes ders veriyor niteliğinde adeta.
Edward Norton yine her zaman ki mimiksiz haliyle bir oyuncu bir rolü ne kadar iyi oynayabilir diye şov yapıyor bizlere.
Değinilmeden geçilemeyecek yüksek performans oyunculuğuyla filme damgasını vuran bir diğer isimde; Anna Paquin. Özellikle gece kulübü sahnelerinde verdiği performans ayakta alkışa değer.






Filmde, Monty Brogan isimli, neredeyse hayatı boyunca bir takım suçlara karışmış olan ana karakterin ispiyonlanması sonucu 7 yıllık hapis hayatına başlamadan önceki son 24 saati anlatılıyor.
Son saatlerini sakin bir şekilde sevgilisi ve arkadaşlarıyla geçirmek isteyen Monty' nin işlerinin tam olarak istediği gibi gitmediğini görüyoruz. Kuşku ve şüphe besleyerek geçirdiği 24 saatinde nasıl bir ruh halinde olduğunu seyrediyoruz.



----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----

Zaman içerisinde filmin ana düşüncesinin bu hikaye olmadığını fark edebiliyoruz.
Aslında 9/11 sonrasında Amerika' lıların psikolojik olarak kalkınma, şüphe ve serzenişlerini göstermekte olan filmde bir çok sahnede 9/11 içerikli veya dolaylı yoldan 9/11' i tasvir eden görüntülere yer verilmiş.

----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----



Spike Lee' yi tanıdığımız kadarıyla tam bir asi olduğunu söylemek aslında çok da yakışı kalmaz bir durum değil bizler için. Sürekli tartıştığı Quentin Tarantino' dan, neredeyse kıdemli bir New York Knicks amigosu olacak kadar büyük bir Knicks tutkunu olduğundan ve Walt Disney Pictures, Quentin Tarantino ve Clint Eastwood' u dava edişinden dolayı rahatça söyleyebiliyoruz sanırım.

Ayrıca New York' u ve az birazda Brooklyn' i biricik evi gibi gören Spike, bu güne kadar çektiği filmlerin neredeyse hepsinde siyahi insanların sert ve zorlu yaşamlarını temsil edici bir yönetmen olarak gösterdi kendisini.
Hatta bir keresinde kendisi için " Siyah Amerika' nın sözcüsü " dediği de varsayılıyor.
Özellikle 9/11' den sonra yabancı uyruklu insanların Amerika' nın toplumu içerisinde yaşayışlarını ve yer edişlerini gözler önüne seren Spike, bu film içerisinde de bir şekilde kendi sinemasının bu özelliklerini yerine getirmiş.






Filmde iki tane muhteşem monologla karşılaşıyoruz. Birincisi filmin neredeyse başlarında gerçekleşen ve çok meşhur olan " ayna sahnesi ". Monty Brogan' ın kendi benliği ve Amerika' nın içerisinde yaşayan farklı toplumlardan insanların çıkardığı sorunları, 9/11' i, siyahileri, dini, ekonomiyi, siyahileri, politikayı ve polisleri, kısacası neredeyse köpeği haricindeki her şeyi konu edinmiş olan bir sorgulama monoloğu. İkincisi de filmin sonunda yer alan ve Monty' nin babasının konuşmasını içeren hem nasihat hemde hayallerin yer aldığı monolog.



Fikrimce; film her yönden sanatsal bir baş yapıt olmakla kalmıyor, Amerikan vatandaşı olmadığımız için her hangi bir empati kuramasak da, kendi yaşadığımız toplum içerikli psikolojik baskıların ve gerilimlerin üstüne hiç yoktan kafa yormamızı sağlıyor.



----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----






Spike Lee' in sinemasının bütün özelliklerini gördüğümüz ve fikrimce kendi filmleri arasındaki en iyilerden biri.

Kendimizi yönetmenin yerine koyarak filme bir göz atacak olursak;

- Polislerle birlikte görüşme odasında olduğu sahnede ışık olarak fazlaca beyaz tonlamaları kullanması film boyunca Monty karakterinin temsil ettiği Amerika' nın ve Amerika' n vatandaşlığının manevi olarak suçsuzluğunu temsil ediyor. Aslında Spike Lee' yi az çok tanıyan herkesinde bileceği gibi, bunu yaparak olaya sarkazm istihza ) sanatı kattığını gözlemliyoruz.

- Siyahi polisin gangsta tarzı, insanı gıcık eden konuşmasının verdiği psikolojik hasarları gözlemliyoruz.

- Monty' nin yediği dayaktan sonra ayağa kalktığı sahnede kameranın da Monty ile birlikte sallandığını ve bize dayak yenilmiş hissini kazandırdığını hissedebiliyoruz.

- Çoklu konuşma, diyalog ve monolog sahnelerinin neredeyse hepsini mavi ışık üzerinden çektiğini görüyoruz. Bu konuşmaların mavinin anlamları arasında olan " sınırsızlığın " ve " huzurun " bize içten içe işlediğini fark ediyoruz.

- Monty' nin gece kulübüne girerken ve Jacob' ın gece kulübünün tuvaletinden çıkarken kullanılmış kamera tekniği de duygusal olarak güzel bir betimleme olmuş.

- Ayrıca önemi bir nokta olarak Jacob ve Frank' in gerçekleştirmiş olduğu, Frank' in evinde cam kenarında gerçekleşen, diyalog sırasında arka planda İkiz Kuleler' in kalıntılarını görüyoruz. Diyalogda geçen konuda Monty' i o geceden sonra bir daha hiç bir zaman göremeyecek oluşları.
Dolaylı yoldan yapılmış bir anlatım söz konusu arka planda.

-Filmin sonunda bir ironik bakış açısı daha var. Monty' nin arabaya binip hapishaneye gitmek üzere olduğu sahnede arabanın içerisinden, ayna karşısına geçip sövdüğü ve isyanını dile getirdiği herkesi teker teker görmesi ve bu insanların ona gülümsemesi. Bu sahnede aslında onların hepsinden daha kötü durumda olduğunu anladığını görüyoruz.



----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----
----- Spoiler içerikli -----

İçerik

İçerik

Film analizlerimi ve yorumlarımı amatör bir şekilde yaparken, mümkün olduğunca filmin konusuna değinmeden sadece sanatsal olan kısımlarının içeriklerinden bahsederek yazımı yazmayı amaçladığımı ve tamamladığımı söylemek isterim.

Ayrıca içerik dışında spoiler sayılabilecek öngörüye sahip olan bölümler için kırmızı rengi ile " Spoiler İçerikli " diye uyarıda bulunuyorum. İki " Spoiler İçerikli " yazısının arasında kalan bölümde spoilerlarla karşılaşabileceğinizi bildirmem gerekiyor.

Örneğin;

--- Spoiler İçerikli ---
--- Spoiler İçerikli ---
--- Spoiler İçerikli ---
Film hakkında bilinmemesi gereken bi bilgi.
--- Spoiler İçerikli ---
--- Spoiler İçerikli ---
--- Spoiler İçerikli ---


Yine de verdiğim spoilerlarda, bütünü ile filmi baltalamamak için elimden geleni yaptığımı ve film teknikleri içerikli yada filmin bir sahnesinin daha iyi anlaşılmasına yönelik olduğunu göreceksinizdir.

İzlemediğiniz bir film hakkında, izlemenizden önceki zaman diliminde, her hangi bir yazı okumamak veya ufakta olsa bilgiler almamak gibi kurallarınız varsa eğer yazımın " Tavsiye Edilebilirlik Derecesi " altında kalan bölümlerinden uzak durmanızı tavsiye ediyorum.


İmza                

Ecmel Emre Sünear



27 Aralık 2014 Cumartesi

Contagion

CONTAGION 


2011





***

YÖNETMEN;




YAZAR;




OYUNCULAR;

Bryan Cranston


YAPIMCI ŞİRKETLERİ;




***
Tavsiye edilebilirlik derecesi; 4/10
***



Scott Z. Burns' un yazdığı ve Steven Soderbergh' in yönettiği salgın bir hastalığı konu edinmiş film.

Bilim kurgu, gerilim, drama ve kaos türündeki film.

Gerçi fikrimce film bütün bu türlerden çok belgesel tadındadır.






Oyuncu kadrosu olarak kalite barındıran bir film.
Özellikle söz etmek gerekirse Matt Damon ve Kate Winslet' in performansları gerçekten çok başarılı. Bunun dışında; Jennifer Ehle çok iyi bir performans sergilemiş.

Film, daha önce hiç bir şekilde görülmemiş bir virüsün, bir kadının orta doğu seyahatinin sonunda Amerika' ya gelmesiyle belli başlı şehirlere yayılmasını anlatıyor. Hızla yayılan virüsün çıkarmış olduğu siyasal ve medya içerikli sorunların gündeme gelerek devam ettiği filmin ilerleyen bölümlerinde halkın ayaklanması sonucu çıkan kaosu ve olayın içerisinde yer alan güçlü kişilerin, herkesin bilmemesi gereken bilgileri ve herkesin ulaşamayacağı yetkileri nasıl kullandıklarını anlatmaya devam ediyor.






Film son derece gerçekçi hazırlanmış senaryosuyla, tam olarak bir ana karakteri bulundurmamakla birlikte, 6 farklı karakterin bir olay çerçevesinde aynı gibi gözüken fakat farklı hikayelerini anlatıyor.

Taşıdığı belgesellik havasıyla, oyuncu kadrosunun büyük oluşuyla ve seke seke giden senaryosuyla sinemasevere beklediği etkiyi yaşatmayışı söz konusu.
Fakat daha öncede gördüğümüz virüsün bulaşması konulu filmlerden çok büyük bir artısı olarak; her şey çok gerçekçi olarak tasarlanmış. Öyle ki; aşı bulma ve bunu kullanabilme sürecinin anlatılışı ayrı ayrı dallardan takip oluşturularak ve işleyişin yürütülme sürelerinin realitesi çok iyi ayarlanarak gözler önüne getiriliyor.
Zaman içerisinde kaosa dönüşen olayları " Eğer ki, gerçek hayatta da böyle bir durumla karşılaşsaydık aynen böyle olurdu. " şeklinde gösteriyorlar bize.
Olaylara karşı medyanın ve bağımsız medyanın verebileceği tepkileri ölçüsünü çok iyi bir şekilde ayarlamış ve değerlendirmiş olan yazar Z. Burns sadece akıllara şu soru işaretini getiriyor;
Filmin oluşum evresinde, film boyunca ismi verilmemiş olan, ilaç firmalarıyla bir anlaşma veya buna benzer bir durumdan yola çıkarak mı senaryoyu yazdı acaba ?
Bu sorunun akıllara gelmesinin en büyük sebebi; film boyunca ilaç firmalarının, gerçekte davranmayacakları gibi davranıp bu kaos ortamından hiç bir çıkar sağlamıyor oluşu. Hatta tam aksine olabildiğince olumlu ve yine olabildiğince ekonomik çıkarlar olarak uzak duruşlarından anlayabiliyoruz.

------------------------------

Yine de fikrimce; konunun gerçekçiliği bakımından verilen detayları düşünürsek eğer, film değil de 6 farklı hikayeden kaynaklı olarak 6 bölümlük bir televizyon dizisi olarak çekilseymiş eğer daha başarılı bir anlatım ve daha güzel bir konu bütünlüğü sağlanabilirmiş. ( ki yönetmenimiz günümüzde film sektörünü bırakmaya karar vermiş ve dizi çekimleriyle ilgilenmeyi hedeflemiş birisidir. )






Soberbergh' in kendine has sinemasının meyvelerini taşıyan film.

Kendimizi yönetmenin yerine koyarak filme bir göz atacak olursak;

- 07:20 ve 07:25 süresi aralığında, üvey baba ile oğlunun okul kapısından çıkış sahnesinde, tam kapıdan çıkarlarken kameranın sabit bir biçimde ayarlanmış olmasına rağmen küçük bir titreme yaşamış olmasını tamamen bir görüntü kirliliği olarak görüyorum.

- Planların çoğunluğu, çok kısa zaman aralıklarına ve hızlı ilerlemeye dair tasarlanmış.

- Konuşma sahnelerinin neredeyse hepsi alt açıyla çekilmiş.

- Yer yer gözlemlediğimiz gizli kamera açıları ve olağan dışındı açılar diye tarif edebileceğimiz açılar ( Örneğin; arabanın içinde telefonla konuşan adamı ön camdan içerisi görülecek şekilde değilde arka koltukta oturuyormuşuz gibi arabanın aynasından görmemiz. ) filme güzel bir hava katmış.

- Yine Soberbergh ve yine olağan dışı ve alışılmadık sahne renklendirmesini de görebiliyoruz bazı bazı.

Predestination

PREDESTINATION


2014




Predestination
***

( Spierig Kardeşler )



YAZAR;

Michael Spierig
Peter Spierig

( Spierig Kardeşler )

Robert A. Heinlein


OYUNCULAR;


***
Tavsiye edilebilirlik derecesi; 9/10
***


Michael Spierig ve Peter Spierig, kısaca Spierig kardeşlerin yazdığı-yönettiği 4. filmleri.

Aksiyon, bilim kurgu, gerilim ve paradoks türündeki film.

Robert A.Heinlein' in uyarlanmasından. ( 1958 )





Ethan Hawke' ın muhteşem sayılmayacak ama bir o kadar da iyi oyunculuğuna diğer başrol olan Sarah Snook eşlik etmektedir.
Sarah Snook' un oynadığı karakter için film boyunca verdiği performansı göz önüne alırsak, yabana atılmayacak kadar iyi bir performans olduğunu söylememiz gerekir. Kendini harcayacağı bir proje ile tekrardan yüzünü göstermediği sürece, bir sonraki projede oyunculuğunu yükselen değerler seviyesinden çok daha ileri götüreceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Uzun zamandır karşımıza çıkmamış şekilde lezzetli bir bilim kurgu.
Zaman yolculuğu ile pekiştirilmiş büyük bir paradoksu anlatan ve izleyicinin kafasını yoran bir film.





Film, neredeyse doğduğu günden beri diğer hemcinslerinden kendini bir şekilde ayrı bir yerde hissetmiş olan nam-ı değer The Unmarried Mother ( Evlenmemiş Anne )' ın doğduktan sonra bir yetimhanenin kapısına bırakılışından itibaren hayatını anlatmaya başlıyor. Bebeklik çağından başlayan kısa bir anlatımdan sonra yaşıyla doğru orantı şekilde anlatım uzunluğu değişerek ilerliyor hikaye.
Eş zamanlı olarak New York şehrini patlatmaya çalışan bir bombacıyı yakalamaya çalışan bir adamın hayatına da yer veren film çok geçmeden bu iki ana karakteri karşılaştırıyor. Asıl metin üstündeki olaylar bu karşılaşmadan itibaren gelişmeye başlıyor.
Güzel bir zaman yolculuğu ve paradoksun bütünlemesi olan hikayeyi bir çok güzel, özellikle psikolojik, yan dallar takip ediyor.

Filmin senaryosunu yazan Spierig Kardeşler' in çok başarılı bir kurgu ortaya koyduğunu söylemek gerekiyor. Birbiriyle iç içe geçirilmiş iki konuyu daha başarılı bir şekilde anlatamazlardı sanırım. Konu bağlantılarında çok küçük sorunlar olsa da sonuç olarak bilim kurgu, azcık ucundan da hayal gücüne dayalı olan film için daha iyisini düşünebilirlerdi demek mantıksızca olur.
Aynı zamanda filmin süre olarak uzunluğunun iyi ayarlanmış olmasının izleyiciyi tatmin etmesi ve sıkmaması bakımından çok güzel bir düzeyde olduğu da aşikar.
Filmin sonunda bir  The Shawshank Redemption' da ki kadar" Ohaaa! " çekmiyoruz fakat bir Law Abiding Citizen' de ki kadar etkilediği gerçeğinden de kaçamıyoruz.



Yine de fikrimce; konunun bütünlüğünü sağlamak ve filmin sonlarına yakın zamanlarda az biraz vermiş oldukları açıkları telafi etmek için bazı sahnelerde tek plan çekim kullanmış olsaydılar çok daha başarılı bir kaç sahne ortaya çıkarabilirlerdi.



2014 yılında ortaya koyulmuş bilim kurgu dalında epik filmlerin iki tanesinden birisi olarak görüyorum. Diğeri de tabi ki hiç kuşkusuz ki Interstellar. Hatta yeri gelmişken söylemek gerekirse eğer Predestination filmi Interstellar ile aynı sene içerisinde çıkmamış olsaydı çok daha büyük bir ilgi ve hayranlık göreceğini de düşünüyorum. Kısacası Interstellar 'ın aşırı derece iyi oluşu bu filmin birazcık göz ardı edilmesine sebep olmuş olabilir.





Spierig kardeşlerin kendilerini her yaptıkları yeni filmde daha ileriye götürdüğünün kanıtlarını taşıması da cabası.

Kendimizi yönetmenin yerine koyarak filme bir göz atacak olursak;

- Sahnelerin birbiri üstüne oturtulması gerçekten çok başarılı.

- Özellikle uzun süren bar konuşması sahnesinde kameranın ortamı tanıtmak için verdiği açılar gayet yerinde demekten ötede. Arada bir dinlenip birer sigarayı sanki sessizce içmişler ve sonra konuşmaya devam etmişler gibi mekanı aynı bırakarak karakterlerin yerlerini değiştirmesi de konuşmanın süresinin gerçekçiliği bakımından gayet yerine oturmuş gözüküyor.

- Sahne geçişlerinde her zaman önce bir ortamı tanıtım şeklindeki çekim olan, genel çekim tekniğini fikrimce çok başarılı bir betimleyici olarak kullanmışlar.



Paradoks veya beyin yakacak ( akıl karıştıracak ) film severlerin kesinlikle izlemesi gereken bir film.